30 Eylül 2011 Cuma

Whisk! a food blog...

Tarifleri deneyip yapmasanız bile resimlerine bakın. Hem iştah açıcı hem de son derece şekerler.... Siteye gitmek için tıklayın...










29 Eylül 2011 Perşembe

Bütün yolu koş Shay!



Okuma ve öğrenme zorluğu çeken çocuklara özel eğitim veren bir okul icin bağış toplama yemeğinde, çocuklardan birisinin babası, katılımcılar tarafından asla unutulmayacak bir konuşma yapar.
Okula kendini adamış öğretmenleri kutladıktan sonra konuşmasına şöyle bir soru sorarak başlar:
“Dışarıdaki etkenler tarafından etkilenmedikçe, doğa her şeyi mükemmel bir şekil ve sırada yapıyor. Ama yine de oğlum Shay, diğer çocukların öğrendikleri gibi öğrenemiyor. Diğer çocukların anlayabildikleri gibi anlayamıyor. Oğlumda doğal olması gereken şeyler nerede?”
Baba devam eder.
“Ben inanıyorum ki, dünyaya fiziksel ve/ya zeka engelli, Shay gibi bir çocuk geldiğinde, insanın gerçek doğası  kendini gösterme fırsatını buluyor ve bu da insanların o çocuğa davranış şekillerinde kendini gösteriyor.”
Baba, daha sonra aşağıdaki hikayeyi anlatmaya başlar:
***
Shay ve babası bir gün parkta Shay’in tanıdığı birkaç çocuğun baseball oynadıklarını görürler. Shay babasına: “Acaba benim de onlarla oynamama izin verirler mi?” diye sorar. Shay'in babası, çoğu çocuğun Shay gibi bir çocuğun takımlarında oynamasını istemeyeceklerini bildiği gibi; eğer oğlunun oynamasına izin verirlerse, oğlunun o ihtiyacını çok duyduğu “engellerine rağmen” başkaları tarafından kabul edilmenin özgüveni duygusunu da yaşama şansı olduğunu bilir.
Shay'in babası çocuklardan birinin yanına gider ve pek bir şey beklemeyerek, Shay’in de onlarla oynayıp oynayamayacağını sorar.
Çocuk şöyle bir arkadaşlarına bakar ve: “Şu anda 6 sayı gerideyiz ve oyun sekizinci turunda. Takıma alabiliriz. Ben de onu dokuzuncu turda vurucu olarak oyuna katmaya çalışırım.” der.
Shay takımın yanına gidip yüzünde kocaman bir gülümsemeyle takım t-shirtini giyer. Babası gözünde yaş, kalbi sıcak duygularla dolu onu izlemeye başlar.
Takımdaki bütün çocuklar hem adamın, hem de Shay’ın mutluluğunu farkederler.
Sekizinci turun sonunda Shay'in takımı birkaç puan kazanır ama, hala 3 sayı geridedir. Dokuzuncu turun başında Shay eldiveni eline geçirir ve sağ açık sahaya çıkar.
Ona doğru hiç top isabet etmemesine rağmen oyunda olmaktan son derece mutludur. Üstelik babasının ona tribünlerden el salladığını gördüğü her sefer, yüzünde kocaman bir gülümseme belirir.
Dokuzuncu turun sonunda Shay'in takımı puan kazanınca oyunu kazanma şansları doğar. Topa vurma sırası da Shay'e gelir.
----
Tam bu noktada işte... Sizce takımdaki çocuklar Shay'in vurucu olmasına izin vererek oyunu kaybetme riskini mi almalılar, yoksa Shay’i oyun dışında mı bırakmalılar?
----
Çocuklar, şaşırtıcı bir hamleyle Shay'e sopayı verirler. Herkes topa isabet ettirme şansının sıfır olduğunun bilincindedir; çünkü bırakın topa vurmayı Shay sopayı bile elinde tutmasını
bilememektedir.
Shay sahaya çıktığında top atıcı, karşı takımın kazanma şansını filan bir kenara
bırakarak Shay'e bu fırsatı tanıdığını görünce, birkaç adım öne giderek yumuşak bir şekilde topu Shay'e doğru fırlatır. Shay zorlukla sopayı savurır ve ıskalar.
Atıcı tekrar birkaç adım daha öne doğru gelir ve bu sefer topu daha da yumuşak bir şekilde Shay'e doğru atar.
Shay sopayı savurur ve hafifçe topa dokunarak vurmayı başarır.
Oyun artık bitti denen noktadadır. Çünkü, atıcı topu yerden aldığı gibi ilk kaledeki adamına kolaylıkla atabilecek ve Shay'i sobeleyerek oyunu bitirebilecektir.
Ama...
Atıcı topu aldığı gibi ilk kaledeki adamının başının üzerinden diğer takım arkadaşlarının erişemeyeceği yere fırlatır.
Tribünlerdeki seyirciler, her iki takımın oyuncuları da dahil olmak üzere herkes, aynı anda bağırmaya başlar. “Shay ilk kaleye koş, ilk kaleye koş!” Shay hayatında hiç bu kadar uzağa koşmamıştır ama ilk kaleye kadar gitmeyi başarır. Şaşkınlıktan büyümüş gözleriyle yere çöker.
Herkes bağırmaya devam eder: “İkinci kaleye koş, ikinci kaleye koş!”.
Nefes nefese kalan Shay, zorlukla ikinci kaleye koşar. Shay ikinci kaleye geldiği sırada açık
sahada diğer takımdan biri topu çoktan almıştır. Topu ikinci kaledeki adamına atıp takımının kahramanı olma şansını elinde tutmaktadır yani.
Ama top atıcısının niyetini anladığından, o da kasıtlı olarak topu üçüncü kaledeki arkadaşının
başının üzerinden imkansız noktasına atar.
Artık herkes çılgınca bağırmaktadır.
“Shay, Shay, Shay, bütün yolu koş Shay!”
Karşı takımdan birinin yardım ederek onu üçüncü kaleye doğru döndürmesiyle, Shay üçüncü
kaleye koşar. ,
“Üçüncüye koş! Shay, üçüncüye koş!'
Shay üçüncüye gelirken diğer takımdaki çocuklar ve seyirciler ayağa kalkmış bağırıyorlardır:”Shay, hepsini koş! Hepsini koş!”
Shay hepsini koşar ve oyunu takımı için kazanan bir kahraman olarak herkes tarafından alkışlanır.
“O gün”, diyerek, anlatmaya devam eder baba; “Her iki takımdaki çocuklar, dünyaya bir parça sevgi ve insanlık armağan etmeyi başardılar”.
Shay o sene boyunca bir kahraman olduğunu, babasını mutlu ettiğini ve eve geldiğinde annesinin de gözyaşları içinde onu kucakladığını hiç unutmadı.
Shay bir sonraki yaza çıkamadı.
O kış öldü.
****
Bilgin bir adam bir zamanlar demişki:
Her toplum, kendisinden daha az şanslı olanlara nasıl davrandığıyla değerlendirilir.
Şimdi...
İki seçeneğiniz var:
1. Bu hikayeyi unutun.
2. Bu hikayeyi birilerine okutun.

Hikayenin orijinalini buldum ... aşağıdaki linkte...


http://www.spiritualmotivations.com/post/When-a-child-like-Shay-comes-into-the-world-we-have-an-opportunity-to-realize-our-true-human-nature.aspx

25 Eylül 2011 Pazar

Yıldızım küçük prens...





UNICEF'in Türkiye'deki 60. yılı kapsamında UNICEF Türkiye Milli Komitesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin katkılarıyla düzenlenen "Stars of İstanbul / İstanbul'un Yıldızları" projesi kapsamında İstanbul sokaklarına yerleştirilen yıldızlara bayıldım. Projenin geliri de ihtiyacı olan çocukların eğitim masraflarına gidecekmiş ne güzel... Nişantaşı Abdi İpkeçi Caddesindeki küçük prensli yıldıza daha da bayıldım. Bizim ailenin küçük prensiyle aynı karede yakaladım bi de :)




Biraz Bienal'den...

Bu postta çok detaylı bilgiler yok ama "İsimsiz" adlı 12. İstanbul Bienali'nin "Untitled" (Death by Gun) sergisinden edindiğim birkaç resim, Bienal'in geneliyle ilgili belki azıcık fikir verebilir. İlgilenenlere önemle duyurulur...

Gerçek fotoğraflar...

 Hepsi kurşun askerdi...




 Duvardaki resim gerçek bir kurşun deliği... insan vücudunda...
 Üniversite öğrencilerine giriş bedava!

19 Eylül 2011 Pazartesi

Zülfü Livaneli'den Serenad...


Son zamanlarda bu kadar etkileyici bir kitap okuduğumu hatırlamıyorum. Tek kelimeyle harika bir roman.
Kitabın ana karakteri Maya Duran... İstanbul Üniversitesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde görevli... Üniversitenin misafiri olarak İstanbul'a gelen, aslında Alman olan ancak uzun yıllar Amerika'da yaşayan 87 yaşındaki Profesör Maximillian Wagner sayesinde Maya Duran'ın, hayatını tamamen değiştiren ve onu  peşinden başka ülkelere sürükleyen bir aşk...
Nazi Almanya'sına başkaldıran bir Alman genç ve bir Yahudi kızın aşkları, bu aşk sayesinde kendi ailesinin geçmiş dönemlerini yeniden keşfeden Maya Duran'ın hikayelerini tamamlamak için sizi temin ederim ki aç ve uykusuz kalıp bu kitabı bitirmek isteyeceksiniz=)
ve tabi Zülfü Livaneli'nin olağanüstü anlatım gücü...

6 Eylül 2011 Salı

5i bir yerde...

7-10 Eylül'de İstanbul Fashion Week'te yer alacak Aida Pekin, tasarımları için çok ilginç bir tanıtım hazırlamış. Nasıl bir konsepti olacak acaba bu 5i bir yerde'nin...

İstanbul'a en yüksekten bakmak...

Avrupa'nın en yüksek binası olma özelliğini taşıyormuş. Tam 200 metre... Manzara muhteşem. İstanbul'a hiç bu kadar yüksekten bakmamıştım.. Uçak yolculuklarını saymazsak...
Uçsuz bucaksız bir İstanbul. Aslında trafiği olmasa birçok yerin birbirine ne kadar yakın olduğunu düşündüren o manzara!
İstanbul Sapphire'in en en üst katındayız=)



Bunu sevdik

Amerikalı tasarımcı Samantha Pleet...
Bu elbisesi Tuğba Ünsal'ın üzerindeydi... Vogue.com.tr/"Bugün ne giydim"de Eylül ayında o var...
Çok sevdim elbiseyi...

ve diğer Samantha Pleet tasarımları...